İçtihat; akıl, ruh ve vicdanda biçimlenip, kelime ve kavramlarla ilmek ilmek dokunan, zayıfların geçemeyeceği, güçlülerin delemeyeceği çelikten bir ağdır. Yasaların gaye, tarih ve lafzının canlılık bahşettiği bir bedendir; varlığı ile topluma şekil, devlete nizam ve bireylere teminat veren muktedir bir otoritedir o.
İçtihat, bir milletin zaman treninin vagonlarında beraberinde getirdiği “hukuk kültürü”nün ve diğer birikimlerinin bir potada eritilerek saflaşmış ve kıvam bulmuş halidir.
Vuzuhuna sebep olan davadan doğmuş gibi gözükse de hakikatte o, benzer olayların elbirliğiyle dünyaya getirilmiştir. Geçmiş vakalardan edindiği tecrübe ve birikimi ile gelecektekilere yol gösterir, rehberlik eder.
İçtihat, mahiyetinde olumlu bir mesaja sahiptir, hak ve özgürlüklerin güvencesi olmayı vaat eder. Hakkı ve adaleti tesis gayesi gütmeyen metinler, ıstılahî manada “içtihat” olarak adlandırılamaya hak kazanamazlar.
Yasa metinlerine ve farklı yaklaşımlara yer vermekle yetinip doğrudan “ahkâm kesen”; sadece vardığı kanaati destekleyen dayanaklarını ortaya koyup, kabul etmediği görüşlere dair izahat getirmeyen ya da genelin menfaatini hedeflemeyen kararlar da yine “içtihat” olmaya layık değildirler.
İçtihatlar, konumlandıkları mahaldeki uyarı ve yönlendirme levhaları; dalgalı ve karanlık sulardaki deniz fenerleridir. Kişiler, sosyal ve ekonomik hayatın labirentlerinde ve mevzuatın karmaşık ağında yollarını, ancak onları takip ederek bulabilirler. Onlar, kelimelerle inşa edilen, ibresi adalete ayarlı, aksi yönü zulmeti işaret eden birer pusuladır.
Eğiticilik, içtihadın diğer bir vaadidir. O, hak ve özgürlükler bağlamında, hem hukukçuların ve hem de sokaktaki bireylerin mürşididir. Dersinin kalitesi, hitap ettiği kesimin ihtiyacına uygun cevap verip vermemesiyle ve onları aydınlatıp aydınlatmamasıyla ölçülür. Bu mesuliyeti nedeniyle, ne anlaşılması zor hukukî kavramları kullanarak muhataplarına ukalalık taslamalı ve ne de sokağın basit ve sığ kelimelerini kullanma zilletini göstermelidir. Muhataplarının seviye ve ihtiyaçlarına uygun yararlı dersler çıkartabilecekleri üslup ve zenginlikte olmalıdır.
İçtihatlar, kibirli ve gururlu bir despot gibi emretmez; tüm kelime ve cümleleri muhataplarını iknaya, sorunlarını çözmeye yönelen, acziyet göstermeyen, vakarlı ve merhametli bir terbiyeci ve yol göstericidirler. Sorunları çözme bağlamında bünyesinde barındırdığı yaptırım gücü, onun için “amaç” değil, en son ihtimalde kullanılacak lüzumlu bir “araç”tır sadece.
İçtihatlar, kendilerinden sual edildiğinde hakikatten başka bir söz söylemeyen sihirli boy aynalarıdır. Hukukçuların nitelik ve değeri, yargının kalite ve kalibresi, topluma yaygın ahlak ya da devlet sisteminin işleyişi hakkında, sorgulayanların/soranların kulağına mahrem nice bilgileri korkusuzca fısıldarlar. Satır aralarında şifreli, çözülmeyi bekleyen nice sırlara sahiptirler. Bu zaviyeden bakıldığında sosyal bilimciler için zengin bir hazineyi andırırlar.
İçtihatlarda seviyeli bir üslupla ve hukuk diliyle, insan, toplum ve devlet tüm giysi ve maskelerinden arınmış olarak teşhir edilir: “hukukta ayıp olmaz”. Gerçek, hukukçu fırçalarıyla, tüm çıplaklığıyla içtihatlarda resmedilir. Kurumların veya bireylerin, yazı ve sözleriyle saklamaya gayret ettikleri/perdeledikleri nice sırlar, onun tezgâhında pervasızca sergilenir.
İçtihat, yapıcısının imzası ile nihayetlenip aleniyet kazanarak muhataplarına sunulan bir sanat eseridir. Hâkim, hukukun teknisyeni değil, onun bedenini muhafaza ile ruhunu inşa eden bir sanatkârdır. Bu manasıyla içtihat, sanatçısının yetenek ve hüneri yanında, aklî ve ruhî melekelerini, hukukî ve entelektüel birikimlerini; inanç, ideoloji ve başkaca aidiyetlerini bedeninde taşır. Dikkatli ve usta bir göz bunu hemen fark edebilir. Uzmanı olanlar bir içtihada şöyle bir göz attığında, sanatkârının bilinçaltında saklı, kendisinin dahi bilmediği, nice sırları kolayca ortaya dökebilir.
Eskisinin yerine ikame edilip otorite bahşedilecek yeni içtihadın, selefinin gayesini gütmesi ve daha adil ve hakkaniyetli olmayı vaat etmesi gerekir. Söz konusu amaçlara hizmet etmeyen her yeni içtihat, amacı inşa değil imha olan bir istilacıdır. Böylesi bir içtihat, öncekinin kazanımlarını yıkmayı, zenginliklerini yağmalamayı gaye edinir.
İçtihat, bir medeniyetin, tarihsel süreçte topladığı ve günümüze taşıdığı çeşitli malzemelerinden, hukukçu eliyle titizce seçilerek, kişi ve toplum sorunlarına deva olması için hazırlanan bir iksir; yaralarına deva olması ümit edilen bir ilaçtır. Bu haliyle o, sentetik değil organik olmalıdır. Başka bir ülkeden ithal edilip, yerel yargı bünyesinde doğrudan kullanılamaz. Her hukuk sistemi, kendi içtihadını, kendi topraklarından hasat etmelidir. Üretim sürecinde başka kültürlerin meydana getirdiği malzemelerden faydalanılabilir; ancak bu, taklit, tercüme veya kopya kolaylığı şeklinde asla anlaşılmamalıdır.
İçtihat, hukukun, toplum kültürünün ve yasanın sevk ettiği yönde bir ruh ve bedene sahip olmalıdır. Bunu başaramaz ise ömrü kısa, tesiri sınırlı olur.
Akıl, mantık, hukukun genel kabul görmüş ilkeleri, doğa ve hakikat ile olan bağının kuvveti içtihadın ömrünün uzunluğunu tayin edecektir.
Her içtihat, alanında bir otoriteye sahiptir. Gücünü, dayandığı ve kendine meşruiyet bahşeden yasalar, hukukun genel kabul gören usul ve prensipleri ile toplumun ortak yarar ve değerlerinden alır. Asli kaynakları daha iyisini tayin edene kadar egemenliğini devam ettirir.